2 Aralık 2010 Perşembe

Illégal (2010)



Rus asıllı Tania’nın, oğlu ile beraber Belçika’ya sığınma talebi reddedilmiştir.
Ancak Tania, oğluna güvenli ve mutlu bir gelecek kurma hayali ile ülkeyi terk etmez.
Mafyadan satın aldığı sahte kimlikleri kullanarak Belçika'da kaçak ikamet etmeye başlarlar ve de 8 yıl boyunca yakalanmamayı başarırlar.

Tania kendi ülkesinde fransızca öğretmeni olduğu halde Brüksel’de temizlik isçisi olarak çalışıp hayatını sürdürmekte ve oğlunu okula gönderebilmektedir.
Bir gün korkulan şey başa gelir: Tania yakalanıp, üstelik 14 yaşındaki çocuğundan ayrı, hapishane benzeri bir göçmen-tutuklama merkezine kapatılır…
Hakkındaki resmi soruşturma sonuçlanana kadar bu merkezden dışarı çıkma hakkı yoktur…

Sınırdışı edilme tehdidi ile karşı karşıyadır, fakat diğer pek çoklari gibi O da ne pahasına olursa olsun, ülkedeki konumunu korumaya, ve oğluna kavuşmaya kararlıdır…









Anne Coesens. Belçikalı oyuncu, filmdeki rusça kısımları doğru bir telafuzla konuşabilmek için  5 ay boyunca iki tiyatrocu tarafından çalıştırılmış.




Bir haber programında konuyu tesadüfen izleyip etkilenerek, göçmen sorununa eğilmeye karar veren 1971 doğumlu Belçikalı yönetmen, Olivier Masset-Depasse’in ikinci uzun metrajlı filmi.
Fransa-Belçika-Lüksemburg ortak yapımı.
Süre : 1saat 35 dakika




Mayıs 2010’da Cannes film festivali, Quinzaine Des Realisateurs Bölümünde gösterilmeye hak kazanmış.
Tanıtım filmini buradan izleyebilirsiniz:
 http://www.illegal-lefilm.be/index.php

 
Bence iyi niyetli, samimi bir çalışma. Karikatürleştirme hatasına düşmemiş, oldukça gerçekçi olmayı başarmış…Herşeyden önce bir annenin çocuğuna kavuşma çabası var ve insanı yüreğinden yakalıyor.

Dar açılı, yakın çekimler, kapalı mekanlar, çaresizlik, yağmurlu ve puslu hava (Belçika klasiği), donuk renkler ile… ve konusu itibariyle, doğal olarak iç sıkıntısı yaratan bir film.


Her sene bu ülkeye göçmek için uzun ve yorucu resmi işlemlerle boğuşan -örneğin Emirdağlı- vatandaşlarımıza, toplu seanslar halinde gösterilmesi, kritik adımı atmadan önce son birkez daha düşünmeleri açısından oldukça faydalı olurdu.
-*-

Yönetmen Olivier Masset-Depasse, bir röportajında filmi hakkında şunları ifade ediyor [1] :

Ben Tania’yı değil, fakat insan haklarına saygılı olması beklenen ama hiç de öyle olmayan ülkelerimizdeki,  göçmen-tutuklama merkezlerini illegal görüyorum. Sistemin kendisi illegaldir. Bu merkezlerde tutulan mültecilerin büyük bir çoğunluğu, açlıktan, diktatörlükten, ya da savaştan kaçarak aşırı tehlikeli, ve zor bir yolculuk sonucu bize ulaştığında, biz de onları hapishaneye atarak karşılıyoruz. Onlara adi suçlular gibi davranıyoruz.

Pek çok film bu insanların bize kadar ulaşabilmek için nelere göğüs gerebildiklerini işledi. Ben ise, ülkelerine dönsünler diye, BIZIM onları nelere dayanmak zorunda bıraktığımızı göstermek istedim.

Birgün evime sadece 15 km mesafede, böyle bir tutuklu merkezi olduğunu öğrendiğimde, konu hakkında daha çok şey bilmek istedim. Bir gazeteci ve bir insan hakları yasal danışmanı yardımı ile göçmenler, göçmen yakınları, polis ve gardiyanlarla pekçok görüşme yaptık. Bir tutuklu-merkezine girip incelemeler yapmayı başardık. Ayrıca gerçek bir sınır-dışı edilme operasyonuna tanık olmama izin verildi. Filmde gördüklerimizin tümü gerçek hayatta mutlaka meydana gelmiş şeyler. Ayrıca, polis ve gardiyanların da sistemin kurbanları olduklarını göstermeye çalıştım.


Filmin bir yerinde tutuklu-merkezinin personelinden bir kadın (tüm iyi niyetiyle) şu soruyu soruyor:

- değer mi??  bu kadar pisliğe, sıkıntıya değer mi? ülkene geri dönmen gerçekten bu kadar mı zor?


bu soruya filmde yanıt verilmiyor fakat aşağıdaki paragraflar, açıklamalar yönünde atılmış bir ilk-adım gibi :

" Güney Afrika'da klasik apartheit biterken, dünya ölçüsünde bir apartheit sistemi kurulmuş bulunuyor. Yeryüzünün beyazları, Amerika, Avrupa, Japonya, Avustralya gibi ülkelerin ulusları, yeryüzünün siyahlarını, 'üçüncü dünya' denilen rezervuara hapsediyor [2].


Amerika, çin seddi benzeri yüksek teknolojili duvarlar örüyor Meksika'nın kuzeyine,... benzerini Avrupa başka biçimlerde Asya'nın batısına ve Afrika'nın kuzeyine yapıyor.


[...] Örülen duvarlar, beyazların etrafına değil, siyahların etrafına örülmektedir, ama siyahlar öylesine büyük ve çoktur ki, ilk bakışta bu görülememektedir. Bu rezervuar koskoca bir hapishanedir ve oradan artık kimsenin kaçmasına müsaade edilmemektedir.
Kaçmaya kalkanlar, ya hapishane yapılmış adadan kaçmaya kalkanlar gibi, nehirlerde ve denizlerde boğulmakta, balıklara yem olmakta, dağlarda donmakta ya da duvarlara takılıp kalmaktadır. [...]
Batı uygarlığı, bir yandan globalleşir ve globalleşmeden söz ederken, sermaye, kàrlar ve mallar hiç sınır tanımadan dünyanın her yerine kolaylıkla geçebilirken, iş gücünün ve insanların serbest dolaşımının önüne koyulan ulusal devletin sınırlarının akıl ve insanlık dışılığını gizlemek için, çok kültürlülük ya da etniklik diye yalan uyduruyor. [2]"




Not: Ilgilenenler için aynı temada başka filmler ‘Cennet Batıda’ ve 'Lorna'nın Sessizliği' sinekiyatri sayfalarında tanıtılmıştı.

Yine, sorunun ABD’de yaşanan bir kesiti ‘The Visitor’ isimli filmde oldukça sade ve başarılı bir şekilde işlenmiş. (http://www.imdb.com/title/tt0857191/)

Göçmen sorununun ekonomik ve politik boyutları ile ilgili uzman yorumları aşağıdaki sayfada bulunabilir (fransizca):
http://www.illegal-lefilm.fr/category/paroles-experts

[2]: D. Küçükaydın, Denemeler, Köksüz Yayınlar, sayfa34-35.



Takip Et

& Comment

0 yorum:

Yorum Gönder

 

Copyright © 2015 Seyred™ is a registered trademark.

Designed by Seyred. Hosted on Blogger Platform.