24 Şubat 2010 Çarşamba

HAYAT VAR (2008)




Bizim’ kasabanın Uluslararası Aşk Filmleri Festivali’ne bu sene gelen tek Türk filmi:



Reha Erdem'den HAYAT VAR idi...
E kaçırmak olmazdı,
kaçırmadık.


Pazartesi 18:30 seansı.
tam da, Hayat var mı ki bu dümdüz ülkede dedirten bir gündü.
gri, yağmurlu, fazlasıyla sıradan.


Türk-Yunan-Bulgar ortak yapımında başroller:
Elit Işcan (HAYAT)
Erdal Beşikçioğlu (Baba)
Levent Yılmaz (Dede)


Ne beklediğimi bilmeden gittim, hiçbirşey okumadım film hakkında.
Kaç para kaç ve Korkuyorum Anne’yi izlemiş, beğenmiştim, bu yeterliydi.
Festival broşüründe, gösterimde film ekibi de hazır bulunacak deniyordu.


Reha Erdem'i kanlı canlı görelim, neler neler anlatır dinleyelim, hatta belki birkaç soru bile sormaya çalışalım diye hafiften heyecanlandım.


boşa çıktı.


Sadece Elit Işcan gelmişti.


(Belki de yaşı gereği) çok da konuşkan değildi (16 yaşında).


Kendisine yöneltilen sorular üzerine, Mons’a o gün geldiğini, çevreye bir göz atacak kadar vakit bulabildiklerini, müzeyi gezmek isteyip –kapalı olduğu için!- giremediklerini, karanlık (dark, gloomy) tabir edilen bu filmde oynamanın kendisini zorlamadığını, filmin Türkiye’de pek popüler olmadığını ama festivallerde oldukça beğenildiğini, film çekilirken sadece 14 yaşında olduğunu, şu anda liseye devam ettiğini ama ilerde iyi bir oyuncu olmak istediğini, Reha Erdem’i ve O’nunla çalışmayı çok sevdiğini, ilerde oyuncu olursa yine Erdem ile çalışmak istediğini söyledi.

Salonda bulunan, -birkaç ispanyol Erasmus öğrencisi dışında- orta yaş ve üstü, 40-50 kişilik izleyici grubunun sempatisini kazandı Elit.


Geç bunları da filmden bahset derseniz, tereddüt ediyorum derim. :)


Anlatmaya değer bulmadığım için değil, bilakis gayet etkilendiğim ama sözcüklere dökemediğim için.

Yine broşüre bakarsak, film için şuna benzer bir tanıtım var:


Hayat, 14 yaşında, Istanbul Boğazı’nın, sapa, gözden uzak bir kıyısında, babası ve dedesi ile birlikte yaşamaktadır. Babasının küçük motorlu kayığı, boğazdan geçen gemilere alkol, ve kadın taşır. Astım krizleri ile yatağa bağlı dede, egoist ve çabuk öfkelenen bir yapıdadır. Herkes tarafından boşlanmış genç Hayat, yetişkinliğe, zor ve sancılı bir geçiş yapmaktadır.


Izlemeden önce bu yazıyı bile okumamıştım ve film başlayınca bakın neler oldu:


Açılış sekansı, beni koltuktan kopardı ve küçücük bir teknenin içine attı, bir gece vakti boğazda, bilmem kaç bin grostonluk tankerlerin arasında… dolaştırmaya başladı.


Tabii öyle Kadıköy-Beşiktaş vapurundan martılara ekmek atma kıvamında değil...bambaşka.


Insanın kendini birdenbire gerçeküstü bir mekanda bulup, korkuyla yüreğinin hoplaması gibi.

Rüyamda görmüşüm, hakim duygu hala aklımda ve/fakat uyandığımda tarif edemezmişim gibi.


Artık filmin gerisi batsa çıksa bile umrumda değildi, sırf bu açılış bana yeterdi ki zaten film de batmadı… çok hızlı olmasa da, bazen kafaları karıştırsa da hep aktı...
Hayat’in güzel saçları gibi, Boğaz’ın mavi-yeşil sulari gibi.


Kolay olmasa gerek, herkesin gözü üzerinde bir güzelliğin, Istanbul boğazı'nın, kabus yanını, güzelliği filiz filiz çiçek açmış bir genç kızın, Hayat’ın, olumsuzluklarla kuşatılmış dünyası ile birleştirip, estetikten hiç ödün vermeden yansıtmak ve hatta yaşatmak.


Reha Erdem’in baktığı, bu yaşanmakta olanda fazla söze yer yoktu.


Fazla fazla konuşmaya hiçkimsenin isteği, ihtiyacı, ve zamanı yoktu.


Nefes nefese, en çok konuşmaya çabalayan, durum hakkında izleyiciye tek-tük ama önemli ipuçları veren dede, aslında konuşması bir o kadar da zor olan kişiydi. Astımlı nefesiyle, kelimeler güç bela ciğerinden sökülüp, ağzından döküldükçe, bizler de hafiften öksürüp, film boyunca kaç kez boğazımızı temizledik bilmiyorum (ben ve önümde/arkamda oturan başkaları).   :-)


-*-
Dersiniz ki, ya da deme ihtimaliniz var:


Peki bu tablo ile, filmin, bir AŞK filmleri festivalinde yeri var mıydı?


- evet, elbette vardı.


Bülent Ortaçgil'in şarkısını hatırlayın:


Savaştık savaşa yazdık
Yenen ağlar yenilen ağlar
Bir baktık ki yapayalnızdık
Diyen ağlar demiyen ağlar


Ama aşk var. bir tek aşk var
Aşk var mı var
Aşk var...


Reha Erdem şarkıya çok ustaca şunu eklemişti:
... öyleyse HAYAT da var. UMUT da.




Filmin geçmişe sünger çekip, geleceğe bakan kapanış sahnesinde, Hayat ve taşralı sevdalısı, en sonunda ve iLK KEZ Boğaz’a gülümserken bana…


UMUT Istanbul’a TAŞRA’dan akıyor ve akmaya devam edecek’i hissettirdi.







-*-
Son olarak, filmi izlemiş (ve sevmiş) olanlarla, izleyecek (ve sevecek) olanlara Orhan baba'nın filme damgasını vurmuş şarkısı ile selam ederim. :)

Bir Kapıdan Gireceksin
Bir kapıdan gireceksin
Neler neler göreceksin
Her çileye göğüs gerip
Hayat budur diyeceksin

Gün gelecek isyan edip
Niye doğdum diyeceksin
Gün gelecek isyanına
Kahkahayla güleceksin

Seveceksin seveceksin
Çok seveceksin

Ağlamak var gülmek var
Sevilmek var sevmek var
Ne arasan var bu dünyada
Dertler varsa mutluluk var

Aldanmak var kanmak var
Aldatmak var yanmak var
Ne arasan var bu dünyada
Ne dert varsa çaresi var

Bazen dertten zevk alacak
Bazen asktan kaçacaksin
Bazen bosa geçen güne
Pisman olup yanacaksın

Gün gelecek bir günaha
Köle olup kanacaksın
Gün gelecek günahında
Tek teselli bulacaksın

Mutlu oldum sanacaksın
Sanacaksın

Takip Et

& Comment

0 yorum:

Yorum Gönder

 

Copyright © 2015 Seyred™ is a registered trademark.

Designed by Seyred. Hosted on Blogger Platform.