2 Şubat 2010 Salı

TARNATION (2003)


Filmler ikiye ayrılır: yüksek bütçeli olanlar, ve yüksek bütçeli olmayanlar. :-)

Şaka bir yana, bugün bazı filmler akıl almaz paralar akıtılarak görücüye çıkıyor, ve bu sayede her mecrada kendini duyuruyor,
2 hafta önce izleme şansını yakaladığım Tarnation ise tamıtamına 218 amerikan dolarlık muazzam bütçesiyle dikkatimi çekmişti…

Jonathan Caouette 31 yaşında filmini yapmaya karar verdiğinde, elinde 11 yaşından beri biriktirdiği,
kaotik ve karanlık hayatının tanıklığını yapan, 160 saatlik amatör görüntü ve ses kaydı bulunuyordu.

Aile fotoğrafları, super-8 kamerasıyla yıllar boyu yaptığı çekimler, telefon mesajları, 80’li yılların pop kültüründen kısa alıntı klipler, ev video kayıtları…
Tarnation, tüm bu malzemenin derlenmiş hali.

Prodüktörler: Gus Van Sant ve John Cameron Mitchell
Filmin alt başlıgı: Your greatest creation is the life you lead
-*-

Jonathan mutlu bir çocuk değil.

Henuz 12 yaşındayken kendi kamerasının karşısına geçip, kocasından sürekli dayak yiyen ve sonunda kocasını öldürmüş bir kadını canlandırıyor.



Babasını hiç tanımadan büyümüşlüğü, annesinin elekto-şok tedavisi ile bir türlü giderilemeyen rahatsızlıkları, dedesi ve anneannesi yanında geçirdiği çocukluk ve ilk gençliği, maruz kaldığı fiziksel ve psikolojik şiddet, underground sinemasından etkilenmişliği, eşcinselliği, sevgilileri, kullandığı haplar, geçirdigi krizler, doğup büyüdüğü Texas’tan New York’a göç etmesi, 30’lu yaşlarında babasını bulup ilk kez görüşmesi, hayata tutunma çabası, kronolojik bir sırada,
hepsi hepsi 90 dakikada!

Aslını isterseniz bu çocuğun gerçekliği bünyeme ağır geldi…
her bir sahnesi, bir yandan sımsıkı kapatmak istediğim gözlerimi -nedenini çözemediğim bir şekilde- iri iri açmama sebep oldu. Bazen hüzün, bazen dehşet içinde.

‘Sadece bir kurmaca, sadece bir film’ diyerek geçme lüksüm ise zaten en baştan elimden alınmıştı.
Gece geç saatlerde bittiği vakit, filmden bende geriye kalan duygu Kavafis’in şu dizelerini çağrıştırıyordu:

Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de.


 
Herşeyini ama illa ki annesine duyduğu sevgiyi dünyayla paylaşan Jonathan, izleyenle mahrem ve çok somut bir bağ kuruyor. Bence bu film, yolunda gitmeyen şeylerin, yaşanan mutsuzlukların tüm yeryüzüne dağılmışlıgının bir resmi gibi duruyor.

Sonuç olarak, akşamları evlerde tek tek ışıklar yanarken, her bir hanede neler olup bittiğini hep merak edenlere, ama en çok da kendi filmini çekmek isteyenlere içtenlikle tavsiye ederim.



Takip Et

& Comment

0 yorum:

Yorum Gönder

 

Copyright © 2015 Seyred™ is a registered trademark.

Designed by Seyred. Hosted on Blogger Platform.